YAŞASIN IRKÇI TÜRKİYE

Yazar Unknown 1 yorum
YAŞASIN IRKÇI TÜRKİYE Kadınlar, kızlar, çocuklar, Koşacak kutlu ülküye. Erler yeniden doğacak, Doğacak Türkçü Türkiye. Taşında gözü olanın Yurduna mezar kazacağız Hainin, soysuzun, döneğin Alnına "vatan" yazacağız Hainin, soysuzun alnına "Yaşasın Turan" yazacağız Biz güneşin milletiyiz Gün doğdukça doğacağız Kainat bizim evimiz Her yanını saracağız Alsın kaç can alacaksa Kan da aksın akacaksa Bu dünya cehennem olsa Biz onu da yakacağız Yetmez Türk'e dünya yetmez Dört yön, yedi kıta yetmez Aya çıksak aya, yetmez! Güneşi de alacağız Bir Türk'ün bir damla yaşı Yok edecek dağı taşı Düşmanın başına arşı, Gökyüzünü yıkacağız! Erisin damla damla kar Gelmek üzere ilk bahar Hazırlansın tabutluklar Yine girip çıkacağız Öfkemiz sarsın her yanı, Bozkurtlar yürüye yürüye. Dükülsün düşmanın kanı, Yaşasın ırkçı Türkiye. Taşında gözü olanın Yurduna mezar kazacağız Hainin, soysuzun, döneğin Alnına "vatan" yazacağız Hainin, soysuzun alnına "Yaşasın Turan" yazacağız
Devamını Oku...

İLK ŞEHDİMİZ RUHİ KILIÇKIRAN

Yazar Unknown 0 yorum


İLK ŞEHDİMİZ RUHİ KILIÇKIRAN
İlk can, ilk kandın, toprağa düşen ilk fidandın...
Osmaniye doğumlu Ruhi Kılıçkıran (1946) ilk ülkücü şehidimizdir.  Henüz çocuk yaşta babasını kaybetmiş ve yetim büyümüştür. Orta eğitimini tamamladıktan sonra Ankara İlahiyat Fakültesine gider. 4 Ocak 1968'de iftar yemeğinin ardından, yurdun kantininde hain koministler tarafından vurularak şehit olur.
Ruhi Kılıçkıran'ın bacısı Dursen Kıraner;
Ağabeyim Ruhi'nin şehit düştüğü gün rüyamda Belen geçidini aşıp gelen binlerce insanın omuzlarında Albayraklı tabutu görmüştüm. Düşümde bura neresi diye sorduğumda, Belen geçidi olduğunu bu geçitten sonra Cennet'e ulaşıldığı belirtildi. Ben o güne kadar Belen geçidini hiç görmemiştim. Rüyamı rahmetli anama anlatınca "İnşallah hayırlısı olur yavrum" demişti ve o günün ertesinde ağabeyimin şahadetinin haberi gelmişti. Sonraki yıllarda o Belen geçidini rahmetli Mustafa Ekerin cenazesine giderken gördüm. Osmaniye de görev yapan kıymetli bir ağabeyimizin memleketiydi Reyhanlı, olayı duyunca bizde gitmek istemiştik, o gün rüyamda gördüğüm Belen geçidi gözlerimin önündeydi, tıpkı rüyamdaki gibi bütün çevrede bulunan ülkücüler şehit kardeşimize dokunabilmek için Reyhanlı'nın yoluna koyulmuşlardı...
Devamını Oku...

KIRK YİĞİT İLE KÜRŞAD VE ŞİİRİ

Yazar Unknown 0 yorum
Kür Şad ve 40 çerisi Çin sarayına yürürler amaçları sarayı basarak zamanının imparatorunu esir almaktır. Bardaktan boşalırcasına yağmur yağarken sarayın kapısına geldiklerinde ilk savaş başlar, Kür Şad ve 40 çerisi yüzlerce Çinliyi öldürürler anca binlercesi gelmektedir. Sarayda savaşırken şehit olanlar olur...
Kür Şad sağ kalanlarla birlikte saraydan güç bela çıkmıştır Vey ırmağından geçerek Ötükene gideceklerdi. Ancak şiddetli yağmur köprüyü parçalamıştır artık Kür Şad ve çerileri kapana kısılmıştır ve Çinlilerle son kez çarpışırlar, binlerce Çinliye karşı Kür Şad ve belki 10 belki 20 çerisi vardır. Ve çarpışmanın sonunda çeriler şehit olmuştu, en son Kür Şad’ta şehit olmuştu ancak atının üstünde kılıcıyla, KÜR ŞAD ÖLMÜŞTÜ FAKAT YENİLMEMİŞTİ…


KIRK YİĞİT İLE KÜR ŞAD ŞİİRİ;

Yürekli alperendi kimseye baş eğmedi, 
Yıktı zalim düzeni mazlumlara değmedi, 
Çökertti çin seddini yine de öğünmedi, 
Dönmediler geriye Kırk Yiğit ile Kürşad… 

Bitirdi esirliği Vey ırmağına gitti, 
Geçemedi karşıya sular da köprü yitti, 
Hiç durmadan savaştı kalmadı kanı bitti, 
Dönmediler geriye Kırk Yiğit ile Kürşad… 

Ser verdi sır vermedi ak atından inmedi, 
Cenk etti kılıçlarla o korkup ta sinmedi, 
Kırk yiğit şehit oldu ağaç ata binmedi, 
Dönmediler geriye Kırk Yiğit ile Kürşad… 

Cankurt’derki bedende bizim Türk’lük özümüz, 
Şu istiklal uğruna ölümdür son sözümüz, 
Yanar durur sinemde hak hürriyet közümüz, 
Dönmediler geriye Kırk Yiğit ile Kürşad…



BU ŞİİRİN HİKAYESİ;
Kür şad, 621 senesinde Çinli eşi İ-çing Katun tarafından zehirlenerek öldürülen Doğu Göktürk Devleti kağanı Çuluk Kağan’ın küçük oğludur. Çuluk Kağan’ın ölümünden sonra kardeşi Bağatur Şad, Kara Kağan adını alarak hükümdar oldu ve ağabeyinin Çinli eşi ile evlenerek Ötüken’deki Türkler arasında huzursuzluğa yol açtı… Bir tarafta Çinliler, diğer yanda da Sırtarduş Bayurku, Dokuz Oğuz, Uygur gibi Türk boylarının Göktürklere başkaldırıp savaşmaları ve ayrıca İ-çing Katun’un Ötüken’de esir durumda yaşayan Çinli azınlığa destek çıkarak bunların zenginleşmesini sağlaması sayesinde giderek zayıflayan ve kıtlık tehlikesiyle karşı karşıya kalan Türkler, 629 senesinde Çinlilerle yaptıkları savaşta tuzağa düşerek yenilince Doğu Göktürk Devleti yıkıldı. Başta Kara Kağan ve Kürşad olmak üzere binlerce Göktürk Çinlilere esir düşerek Çin’in başkenti Siganfu’ya götürüldüler ve orada kendilerine tahsis edilen bölgede yaşamaya mecbur edildiler. -Türkleri asimile edebilmek amacıyla Göktürk soylularını hassa ordusunda subay olarak görevlendiren Çinlilerin bu taktiği bir işe yaramamış, Türkler bağımsızlıklarına kavuşup yeniden devlet kurmak amacıyla fırsat kollamaya başlamışlardır. Kürşad da Çin hükümdarının ordusunda subay durumundadır fakat kılıcını milletinin özgürlüğü için çekeceği günü beklemektedir. Esaretin beşinci yılında Kara Kağan kahrından ölür. Esaretin onuncu yılında, yani 639 senesinde, Bozkurt soyunun en büyüğü konumundaki Kürşad durumun iyice kötüye gittiğini görerek kırk çerisi ile birlikte ihtilal yapmaya karar verir. Geceleri kılık değiştirerek Siganfu sokaklarında tek başına dolaşma adeti olan Çin hükümdarı Tay-tsung’u yakalayarak rehin almaya ve bu sayede Çin sarayına girerek orada bulunan Kürşad’ın ağabeyinin oğlu Urku Tigin’i kurtarıp, toplayabildikleri kadar Türk ile birlikte Ötüken’e giderek tekrar devlet kurmaya, Urku Tigin’i de kağan ilan etmeye karar verirler. Bu uğraşta başarılı olurlarsa budun kurtulacak, başaramazlarsa da dökülecek kanları geride kalanlara ödevlerini hatırlatacaktır. Fakat ihtilal için harekete geçtikleri gece sağanak halinde yağan yağmur yüzünden Çin hükümdarı sarayından dışarı çıkmaz. İhtilali ertelemenin sakıncalı olacağını düşünen Kürşad, kırk çerisiyle birlikte Çin sarayına yürür, amacı sarayı basarak hükümdarı esir almaktır. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun altında yüce dileğe doğru yürüyen kırkbir Türk yiğidi sarayın kapısına vardıkları anda cenk başlar. Yüzlerce Çinli askeri öldürürler ama binlercesi üzerlerine saldırmaya devam eder. Göktürklerin bir kısmı sarayın içinde savaşırken şehit olur, sağ kalanlar ise Kür Şad’ın önderliğinde saraydan çıkarak Vey ırmağına doğru ilerlerler, niyetleri ırmağı geçerek Ötüken’e doğru at koşturmaktır. Ama sağanak halinde yağan yağmur yüzünden yükselen sular köprüyü sürükleyip götürdüğü için karşıya geçemezler ve peşlerinden gelen Çin ordusu ile son kez cenke tutuşurlar. Binlerce Çinli askere karşı savaşan bir avuç Türk yiğidi peş peşe uçmağa varırlar. Sadece Kürşad sağ kalmıştır, tek başına Çin hükümdarlığına karşı savaşmaktadır. En sonunda O da şehit olur fakat elinde kılıcıyla atının üzerinde durmaktadır, öldüğü halde yere düşmemiştir… Kürşad ölmüş fakat yenilmemiştir… -Kür şad ve kırk çerisinin yaptıkları ihtilalden sonra korkuya kapılan Çinliler, Siganfu’daki bütün esir Göktürkleri mecburen serbest bırakırlar. Göktürkler kırküç yıl boyunca dağınık bir şekilde yaşarlar, bazı Göktürk soyluları yeniden devlet kurma girişiminde bulunsalar dahi başarılı olamazlar… Fakat 682 senesinde Bozkurt başlı sancak tekrar kaldırılır ve Kutluk Şad (İlteriş Kağan) ile Bilge Tonyukuk İkinci Göktürk Devleti’ni kurarlar…

TÜRK EDEBİYATINDA KÜR ŞAD;
Kür Şad, Türk edebiyat tarihinin bir figürüdür. Sabahattin Ali'nin kaleme aldığı Esirler adlı piyesin ve Nihal Atsız'ın kaleme aldığı Bozkurtların Ölümü adlı romanın karakterlerinden biridir.
Türk tarihinin bu pek bilinmeyen kahramanı ve yaptığı ayaklanma teşebbüsü Türk edebiyatçılarından bazılarına ilham kaynağı oldu. Sabahattin Ali Hüseyin Nihal Atsız'ın bunları kendisine anlatması üzerine Esirler piyesini yazmıştır. Sabahattin Ali Yüksek Muallim Mektebi'nden arkadaşı olan Hüseyin Nihal Atsız'dan bir piyes için tarihî ve kahramanca bir mevzu istedi ve Atsız "Kür Şad"ı anlattı. Sabahattin Ali, 1 Haziran - 1 Eylül 1936 tarihleri arasında Varlık dergisinde yayımladığı Esirler adlı oyunda "Kür Şad" adıyla aciz bir aşık karakteri olarak kullandı. Ancak bu, Hüseyin Nihal Atsız tarafından beğenilmedi.
Kendisi aynı zamanda tarihçi olan Hüseyin Nihal Atsız konuyu kendi kaleme almıştır böylece Türk Edebiyatının en etkili tarihsel anlatılarından biri olan "Bozkurtların Ölümü" adlı eser doğmuştur. Kürşad bu sayede öyle popüler olmuştur ki Türkiye'de pek çok kişi çocuğuna Kürşad ismini vermiştir. 1939 yılında Hüseyin Nihal Atsız Kopuz dergisine verdiği yazısında "Kür Şad" 'dan bahsedip üniversite meydanında tek parçalı sade bir taşla kırk bir kılıçtan ibaret bir abidenin dikilmesini önerdi. Daha sonra 1946 yılında kaleme aldığı Bozkurtların Ölümü romanında "Kür Şad" karakterini kullandı. 1947 yılında ise Kür Şad dergisini yayımlamaya başladı ve derginin ilk sayısı için "En Büyük Türk Kahramanı Kür Şad" adlı yazıyı bizzat yazıp "Yarınki Türkeli"nde Kür Şad için ulu bir anıt düşündüğünü açıkladı.
Devamını Oku...

TÜRKLER NEDEN BOZKURT'U SEMBOL OLARAK SEÇTİ?

Yazar Unknown 0 yorum


Cenab-ı Allah bütün varlıkları yaratırken farklı özelliklerle yaratmıştır. 
*Ruslar ayıyı, *İngilizler aslanı, *Amerikalılar kartalı, *İspanyollar ise boğayı milli sembol saymışlardır. Peki Türkler? Neden başka bir hayvan değil de, "Gök yeleli Bozkurt’u" sembol edindi?
Bozkurt’un özelliklerini temel olarak şu şekilde sıralamak mümkündür:
  • 1-Bozkurtlar atasına bağlıdır; Bozkurt sürüsünden ayrılan bir erkek bozkurt, karşılaştığı bir kara kurt sürüsüne girer ve girdiği sürünün liderliğini alır.
  • 2- Bozkurt özgürlüğüne düşkündür. Dünyada evcilleştirilememiş tek hayvan olma ünvanı, Orta Asya bozkurtlarındadır. Hayvan yakalandığında tüm hayvanların aksine, gırtlak kısmında bulunan, "öd" denen keseyi parçalar ve intihar eder. Bozkurt esareti kabul etmeyen bir varlıktır. Bozkurt’un boynuna tasma takıp bir kafese koyamazsınız. Bozkurt ölümü kabul eder, kendisini parçalar ve intihar eder.
  • 3- Bir bozkurt, sadece yiyeceği kadarını avlar ve yavrusu olan bir hayvana saldırmaz, avlamaz. Bozkurt leş eti yemez. Kendi avını kendisi avlar. Başka havanların avladığı leşi yemez.
  • 4- Bozkurtlar eşlerini kıskanırlar. Bozkurt dişisi asla bir kara kurtla çiftleşmez. Bozkurt yaşamında tek eş seçer. Eşi ölmeden başka eş aramaz.
  • 5- Bozkurt sürüsü sağdan ve soldan giden öncüler, akabinde de göbekten gelen ana kuvvetle saldırırlar düşmanına. Bozkurt cesaretli ve ölümüne mücadele eden bir yapıya sahiptir, esareti kabul etmez.
  • 6- Bozkurtların bir lideri vardır ve sürü o liderin emrinden çıkmaz. Bozkurt liderine bağlıdır, dinlenme anında da lideri etrafında koruma tedbirleri alır. Bozkurtlar avlamaları, toplu yaşama kurallarına uyma vb. açılardan bir sistem içerisindedirler, yani asildirler.
  • 7- Bozkurtlar teşkilat halinde bir yaşam sürerler. Bozkurt ekip çalışması yapar ve hürriyetine son derece düşkündür.
  • 8- Karda yürüyen 40 kadar bir Bozkurt grubunu takip etseniz ancak beş, altı ayak izi görebilirsiniz, o kadar dikkatli ve organizedirler. Çünkü grup, önde giden lider bozkurt’un ayak izlerine basarak ilerler. Bozkurtlar asla organizesiz ve plansız hareket etmez, avlanmazlar.
  • 9- Bozkurtlarda bir yavrunun hem annesi, hem de babası ölse dahi yavru hayatta kalır. Bozkurtlarda grup hiyerarşisi buna müsaade etmez. Diğer grup üyeleri yavruyu evlat edinir ve kendi yavruları gibi büyütürler.
  • 10- Türklerin sembolü, "Gök yeleli bozkurt"tur; yani “GÖKBÖRÜ”. Bu kurt türü sadece Orta Asya dolaylarında yaşamaktadır. 
Türk milleti Bozkurt’u bu taşıdığı özelliklerden dolayı kendine sembol edinmiştir...
Devamını Oku...

BAŞBUĞ ALPARSLAN TÜRKEŞ

Yazar Unknown 0 yorum

Yıl 1860 Orta Anadolu'da, Kayseri'nin, Pınarbaşı ilçesi'nin Yukarı Köşkerli Köyünde meskun Avşar Obalarından Koyunoğlu ailesi bir toprak meselesi yüzünden kavgaya girişince Sultan Abdülaziz'in fermanıyla Kıbrıs’a sürgün edilir.

Yıl 1917 ve Kasım’ın 25'i, öğle vakti.. yer, Lefkoşe. Haydarpaşa Mahallesi Kirlizade sokağı 13 numaralı mütevazi evde, Kıbrıs’a yerleşen Koyunoğlu soyuna mensup Tuzlalı Ahmet Hamdi Bey ve esi Fatma Zehra Hanimin Ali Arslan adini verdikleri oğulları dünyaya gelir.

Yıl 1921 ve 4 yıl 4 ay 4 günlük Ali Arslan, annesi tarafından yıkanır, yeni elbiseler giydirilir ve devrin âdetince fesi mücevherler ile süslenerek Sarayönü ilkokul'una (Sıbyan Mektebi) gönderilir. Sarıklı ve mübarek bir Osmanlı Uleması olan Hoca Efendi'nin dizi dibine çöken Ali Arslan'ın ağzından çıkan ilk söz bir euzü besmeledir. Ey Rahman ve Rahim olan Allah’ım, annem beni yetiştirdi bu mektebe yolladı, okuyup yetişip, milletime hizmet etmek istiyorum dermişçesine bir besmeledir, Ali Arslan'ın ağzından dökülen..

Birbirinin ardısıra gelen ilkokul ve Rüştiye yılları ve her biri birbirinden daha değerli Hüsnü Bey, Selahattin Bey, Mehmet Asim Bey, Ragıp Tüzün Bey, Turgut Bey, Osman Zeki Bey ve Faiz Kaymak gibi Türklük ve Türkçülük şuuruyla bilenmiş birer hançer olan hocalarından feyz alır. Onlar Ona müfredatın yanısıra Kıbrıs Türklerinin yalnız olmadığını Devlet-i âli Osman bakiyesi hür ve müstakil Türkiye'nin yanısıra yeryüzünde kendileri gibi bahtsız esaret altında milyonlarca Türk olduğunu da öğretirler. Dahası Osman Zeki Bey Ali Arslan'ın adini adeta senin adin "Alparslan olsun" ve Sultan Alpaslan'a denk bir yiğit Türk ol, diyerek değiştirir.

Küçük Alparslan’ın doğup, yetiştiği o yıllarda, Piyale Pasa yadigârı Kıbrıs, sevgili Yeşilada'mızın tamamı İngiliz işgali altındadır ve Türk'ün istiklâlini kaybetmesinin ne demek olduğu Onun ruhunun derinliklerine şuurunun uyanmağa başladığı günden, çocukluk yıllarının başlangıcından başlayarak siner. O her gece Türkiye'ye gidip asker olmayı ve gelip ata-baba ocağını kurtarmanın düşüyle uyur, uyanır.

Yıl 1933 ve Alparslan’ın artik işgal altında, esaret altında yasamaya dayanacak gücü kalmamıştır. Babası Ahmet Hamdi Bey'i ve Annesi Fatma Zehra Hanım’ı ikna eder, aile mallarını satıp savar yanlarında oğulları Alparslan ve kızları Dervişe olduğu halde, ak toprakların, hür toprakların, Türk'ün Türk olduğundan utanmadığı, boynunun eğik olmadığı toprakların, anavatanın, Türkiye'nin yoluna düşerler; Viyana vapuru ve.. ver elini İstanbul...

Ailesi İstanbul’a yerleşince Alparslan’ın ilk isi Kuleli Askeri Lisesi'ne kayıt olmak olur. Artık O yüreğinin Onu çağırdığı yerde ve düşlerinin peşindedir. O düşlerini düşleyen başkaları da vardır İstanbul’da... Derlenip toparlanmışlar, Türklük, Türkçülük ülküsünün O bir daha hiç inmeyecek olan bayrağını açmışlardır. O Yüce Dilek, O aziz Ülkü, O muhteşem düşler, özellikle, bir Ülkü devi olan Atsız Hoca’nın can evinde, ocağında pişer ve sohbetlerle, şiirlerle, dergilerle, romanlarla mektuplarla Türk aydınlarının gönlüne cemre cemre düşmekte ve yayılmaktadır. Onlarla tanışır, buluşur, Alparslan Türkeş.

Yıl 1936 Kuleli Askeri Lisesi'ni pekiyi derece ile asteğmen olarak bitirince Ankara ve Harp Akademisi yılları baslar. 1938'de Harbiye'den mezun olur, artik O Türk Ordusu'nun genç bir teğmenidir ve Türk Milleti'nin emrindedir.

Yıl 1940 Isparta'da gönlünü Muzaffer Ana'ya kaptırır ve evlenirler. Ayzit, Umay, Selcen, Sevenbige (Çağrı) ve Yıldırım Tuğrul adli çocuklarla çiçeklenir bu evlilik ve bozkurtların Muzaffer Ana’sının 1974 yılında elim kaybından sonra 1976 yılında, Sevâl Hanım’la yaptığı ikinci evliliğinde de Tanrı Onu Ayyüce ve Ahmet Kutalmış adli iki evlât daha vererek sevindirecektir.

Yıl 1944 3 Mayıs.. Ankara'da eski tabirle bir nümayiş yani gösteri veya yürüyüş vardır. Türk'ün, Türklüğün ölmediğini, ölmeyeceğini ve yükselen Türkçülük bayrağının bir daha hiçbir şekilde inmeyeceğini gösteriyorlar. Hem dosta hem düşmana... hem devlet hizmetindeki gafillere hem de yurda sızmaya çalışan hainlere, Asya bozkırlarında yaratılan bozkurt soyluların bozkurt torunlarının, bir kaç çakalın günü birlik menfaatleri için göz yumdukları kızıl yılanın farkında ve onun başını ezme azminde olduklarını gösterirler.

Şâirin öz yurdunda garipsin, özyurdunda parya dediğince tutuklanır Türkçüler... Devrin dalkavuk iktidarının uyduruk nedenlerle açtığı Türkçülük-Turancılık Davası baslar. Türkçüler tabutluklara atılırlar, işkencelere uğrarlar. Türkiye'de Türk Milliyetçisi olmanın bedelidir bu... Genç Üsteğmen Alparslan Türkeş’te bunlar arasındadır. 20 Ekim 1944'te kendisini "vatan hainliği" suçlamasıyla sorgulayan mesnetsiz Savcıya "Diğer sanıklar gibi bana da vatan hainliği isnat edilmiştir. Bunu şiddetle redderim. Ben yeryüzünde her şeyden çok milletimi ve vatanimi severim." diye haykırır. Ancak mahkeme tarafından, 9 ay 10 gün hapis cezasına çarptırılır ve bir yıldır hücre hapsi yattığı için tahliye edilir. Kendisine verilen cezada daha sonra Askeri Yargıtay tarafından bozulur ve 2. numaralı mahkemede beraat eder. Bu onun Türk Milliyetçisi olduğu için zindanlara ilk atilisidir ve son olmayacaktır. Ülkücü olmak çileye talip olmaktır, nimete, ikbale değil. O da Türklük Ülküsü için zaman zaman şiddeti artan çileyi bir ömür boyu bir an bile tereddüt etmeksizin ve yakınmaksızın, çekmiş ve çile çekmeyi şeref bilmiştir.

Yıl 1947 Alparslan Türkeş ve 15 diğer Türk subayı, A.B.D. Kara Harp Akademisi ve Piyade Okulunda iki yıllık bir süre eğitim görürler. Bu arada ülkemizden Kars ve Ardahan civarıyla Boğazlardan üs talep eden Sovyetler Birliği’nin Komünizm maskesi ardına saklanmış, o eski ve değişmez "Moskofluğu" ayan beyan ortaya çıkar. Bu atmosferde yurda dönen Alparslan Türkeş Gelibolu ve Çankırı’daki görevlerinden sonra 1951 yılında Kurmaylık sınavını kazanır ve 1955 yılında Harp Akademisi'nden Kurmay Binbaşı olarak mezun olur.

Yıl 1955 dış görev için açılan sınavı kazanarak A.B.D. Pentagon'da NATO Türk Temsil Heyeti üyeliğine atanır. Bu arada ... Üniversitesinde Uluslararası Ekonomi eğitimi görür. 1957 yılında Türkiye'ye döner.

1959 yılında Almanya'ya Atom ve Nükleer Okulu'na gönderilir ve bu okulu basarıyla bitirir. O artik bir Kurmay Albaydır.

Yıl 1960, tarih 27 Mayıs öteden beri örgütlenen ve memlekette kardeş kavgasını önleyerek bazı reformlar yapmayı hedefleyen Milli Birlik Komitesi'nin ülke yönetimine el koyduğunu açıklayan bildiriyi radyodan okuyan kişi ve "ihtilâl'in kudretli Albayı”dır. Kurmay Albay Alparslan Türkeş ihtilâl hükümetinde Başbakanlık Müsteşarlığı görevini üstlenir. Bu vazifesi esnasında Devlet Planlama Teşkilatı, Devlet istatistik Enstitüsü ve Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü gibi kurum ve kuruluşları kurar.

Ancak Milli Birlik Komitesi arasında ortaya çıkan anlaşmazlıklar nedeniyle, 13Kasim 1960'ta Kurmay Albay Alparslan Türkeş ve "ondörtler" olarak bilinen arkadaşları Komite'nin diğer üyelerince emekliye sevk edilerek tasfiye edilirler ve zorla evlerinden alınıp yurtdışında görevlendirilmek suretiyle sürgün edilirler. O da 19 Kasım’da Türkiye'nin Hindistan Büyükelçiliği müşaviri sıfatıyla sürgüne gönderilir.

1961-62 1963 yılına kadar 2,5 yıl, yönetimi elinde bulunduranlarca Alparslan Türkeş’in Türkiye'ye dönmesine müsaade edilmez.

Yıl 1963 tarih 23 Mart Alparslan Türkeş sürgünden yurda döner.

Dava arkadaşlarıyla birlikte kadro oluşturup partileşmek amacıyla "Huzur ve Yükseliş Derneği" adli bir dernek kurar.

Kısa bir süre sonra Talat Aydemir'in giriştiği darbe teşebbüsüne karıştığı iddiası ile tutuklanır ve Mamak Askeri Cezaevinde dört ay hücre hapsinde yatar, yargılanır ve beraat eder.

Tarih 31 Mart 1965 saat 11.00 de Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'ne katılır.

Tarih 1 Ağustos 1965 Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Büyük Kurultay’ında Genel Başkanlığına seçilir. Aynı yıl yapılan genel seçimlerde Ankara milletvekili seçilir.

Yıl 1969 Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi'nin adi Milliyetçi Hareket Partisi amblemi de Üç Hilâl olarak değiştirilir. O yıl yapılan genel seçimlerde Adana milletvekili olarak seçilir.

İlki, 31 Mart 1975 -13 Haziran 1977 yılları arasında ve ikincisi de 1 Ağustos - 31 Aralık 1977 tarihleri arasında Süleyman Demirel başkanlığında kurulan koalisyon hükümetlerinde MHP Genel Başkanı olarak, Başbakan Yardımcılığı ve Devlet Bakanlığı yapar.

Ülkü Ocakları, Büyük Ülkü Derneği ve diğer mesleki örgütlenmeler baslar.

1968 Yılından itibaren Marksist ve bölücü gençlik hareketleri üniversitelerde yuvalanır ve üniversite özerkliğinden istifade ederek buraları silah, cephane deposu haline getirerek "Komünist Devrim" için üs haline koyarlar. Üniversiteler işgal altındadır. Her yer Lenin'in Stalin'in Mao'nun resimleri ve komünist sloganlarla doludur. Komünist yeraltı örgütleri "şehir gerillası" mı "kır gerillası" mi tartışmaları yapmakta okullara kendilerine tabi olanlardan başka hiç kimseye hayat hakkı tanımamaktadırlar. Bunun üzerine Başbuğ Alpaslan Türkeş toplanan çok az sayıdaki gence verdiği seminerlerle onları komünizm konusunda aydınlatmaya ve alternatif olarak da Türk Toplumculuğunu, Türk Milliyetçiliğini anlatır. Kısa zamanda çoğalan gençler örgütlenmeye başlarlar. Doktriner Türk Milliyetçiliği safhası başlamıştır. Türk Milliyetçileri Dokuz Işık, dokuz prensip etrafında toplanırlar.

Bu gelişmelerden rahatsız olan Türklük ve Türkçülük düşmanları özellikle de Komünist örgütler kendilerine okulda, fabrikada, köyde, kentte, dağda her yerde ama her yerde karşı çıkıp mücadele eden Ülkücü Hareket'e karşı savaş ilan ederler ve 12 Eylül 1980'e kadar 5000 civarında Ülkücüyü şehit ederler. Devlet'in zaaf içinde olduğu düşünülen "zinde güçlerdi bir şeylerin yani ihtilâlin şartlarının "olgunlaşması" için daha fazla kanın akmasını beklemektedirler.

Başbuğ için 1978, 1979, 1980 yılları bir çoğunu bizzat kendisinin yetiştirdiği binlerce ülküdaşının Komünist çetelerce katledildiğini gördüğü, kan ağlayan bir yürekle her şeye rağmen kaybetmediği soğukkanlılığıyla bir iç savaşı önlediği ızdırap dolu yıllardır.

12 Eylül 1980 sabahı pusudakiler yeterince olgunlaşan şartların neticesi ihtilâllerini yaparlar. Başbuğ Alparslan Türkeş ve Türkiye'nin komünist bir ihtilâle kurban olmasını engelleyen Ülkücü Hareket sanık sandalyesinde, idam sehpalarındadır. Mamaklar ve C5'ler bu sürecin şekillendiği mekanlardır.

Başbuğ 12 Eylül'den üç gün sonra teslim olur. Cunta tarafından tutuklanan Başbuğ, önce 1 ay Uzunada'da daha sonrada Ankara Askeri Dil Okulu'nda ve hastalandığı dönemde de Mevki Hastahanesi’nde 4,5 yıl hapis yatar. O ve 218 Ülkücünün idamı istenir, 9 Nisan 1985'de tahliye olur ve beraat eder.

Tarih 6 Eylül 1987.. Yapılan referandum neticesi diğer siyasilerle birlikte Başbuğ’a da konulan siyaset yapma yasağı kalkar ve Başbuğ Milli Ülküyü iktidar yapmak davayı kitlelere anlatmak için yine meydanlardadır.

Tarih 4 Ekim 1987.. Milliyetçi Çalışma Partisi olağanüstü kongresinde Genel Başkanlığa seçilir.

Tarih 20 Ekim 1991.. Genel seçimlerde MÇP'nin RP ve IDP ile yaptığı seçim ittifakı neticesi Yozgat milletvekili seçilir. Başbuğ, son kez T.B.M.M.dedir. Bu dönemde ülkemizi kasıp kavuran bölücü teröre karşı en etkili mücadeleyi O gerçekleştirir.

Tarih 27 Aralık 1992.. Oniki Eylül'ün kapattığı partilerin tekrar açılabilmesini sağlayan değişiklikler neticesi toplanan MHP'nin son kurultay delegeleri, MHP'nin isim ve amblemini MÇP'nin kullanabilmesine karar verirler.

Tarih 24 Ocak 1992 MÇP'nin 4. Olağanüstü kurultayı toplanır ve partinin adini MHP amblemini Üç Hilal olarak değiştirir.

Yıl 1997... tarih 4 Nisan...
Devamını Oku...

ELÇİBEY KİMDİR?

Yazar Unknown 0 yorum


ELÇİBEY'İN YAŞAMI;
Gerçek adı Ebulfez Aliyev (Azerbaycan: Əbülfəz Əliyev) olan Elçibey Nahçıvan’ın Keleki köyünde doğdu. Babası İran Azerbaycanı'ndan Kadirkulu Bey ve annesi Anadolu'da doğup Keleki'ye göç etmiş Mehrinisa Hanım'dır. Babası 1943 yılında II. Dünya Savaşı'na katılmış ve bir daha kendisinden haber alınamamıştır. İlköğrenimini ve liseyi Nahçıvan'da zor şartlar altında tamamlamıştır.

1957-1962 yılları arasında Azerbaycan Devlet Üniversitesi Doğu Dilleri Enstitüsü, Arapça bölümünde okumuştur. Öğrencilik yıllarında Azerbaycan tarihini ve Azerbaycan devrim tarihini öğreten dernekler kurmuştur.

1963-1964'te Mısır'da tercüman olarak çalışmıştı. 1970'lerde ise ülkesinin bağımsızlığı için çalışmaya başladı. Bu yüzden 1975'de 'milliyetçilik suçu'ndan bir buçuk yıl hapis yattı.

Azerbaycan'ın Rusya İmparatorluğu içinde bir sömürge olduğuna ve elbet birgün bağımsız, demokratik bir cumhuriyet olacağına inanmıştır. Kendisini "ben Atatürk'ün askeriyim" diye tabir etmiş ve Atatürk'ten, Gandhi'den ve 1918-1920 yıllarında kurulmuş Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti'nin kurucusu Mehmet Emin Resulzade'den etkilenmiştir. Kuzey ve Güney Azerbaycan'ın mutlaka birleşmesi ve Dağıstan'a, Gürcistan'a ve Ermenistan'a verilen "Türk toprakları"'nın tekrar Azerbaycan'a geri verilmesini savunmuştur. "Turan'ın yolu birleşik Azerbaycan'dan geçer" diyordu.

Azerbaycan'ın bağımsızlık mücadelesinin içinde yer alan Elçibey, 1975'te siyasi faaliyetleri nedeniyle 1 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. KGB zindanlarında ve taş ocaklarında ağır şartlar altında kaldı. Serbest kaldıktan sonra, 1977'den itibaren, Azerbaycan Ulusal Bilimler Akademisi'nde el yazmaları enstitüsünde görev yaptı. Görevi sırasında da bağımsızlık çalışmalarına devam etmiştir. 1989'da Azerbaycan Halk Cephesi'ni kurdu ve başkanı seçildi. Elçibey Dağlık Karabağ'daki Ermeni ayrılıkçılığına yol vermemek ve Azerbaycan'ın Sovyetler'den bağımsızlığını kazanması için çalışmış ve 1991’de SSCB’nin dağılması ile bağımsızlığını kazanan Azerbaycan’ın 7 Haziran 1992’de ikinci cumhurbaşkanı olarak seçilmiştir.

Cephedeki yanlış uygulamalardan ve yenilgilerden ötürü cephe komutanı Suret Hüseynov'u görevden almıştır. Fakat Rusya'nın Azerbaycan'ı terk ederken silahlarını Suret Hüseynov'a vermesinden sonra, Suret Hüseynov Azerbaycan'ın 2. büyük şehri Gence'de Haziran 1993’te ayaklanma başlatmıştır. Elçibey yardım için Haydar Aliyev’i Nahçıvan’dan Bakü’ye davet etti. Fakat Haydar Aliyev, Bakü'ye geldikten sonra Süret Hüseynov'u destekledi ve göstericilerin Bakü’ye yürümesi karşısında Elçibey halktan destek alamadı. Milli istihbaratın verdiği bilgiyi kullanarak kendisine karşı suikastın üstünü açmış ve iç savaşa yol vermemek için Haydar Aliyev ile konuşarak uçakla doğum yeri olan Nahçıvan’ın Keleki köyüne gitmiştir. 2 hafta sonra geri dönmeye çalışmasına rağmen şahsi koruması tarafından uçağı kurşunlanmış ve Nahçıvan'dan çıkış yolu kapalı kalmıştır. Ardından 4 yıl Keleki'nin abluka altında olması sebebiyle oradan ayrılamamış ve 4 yıl 4 aydan sonra Bakü'ye gelebilmiştir. Bu gelişmeler üzerine cumhurbaşkanlığı yetkileri Haydar Aliyev’e devredilmiştir. Ağustos 1993’te referandum ile Elçibey'in görevi resmen geri alınmış ve Ekim ayındaki seçimlerde Haydar Aliyev %99 oyla cumhurbaşkanı seçilmiştir.

Elçibey tam 4 yıl 4 ay sonra Bakü'ye geri dönüp, Azerbaycan muhalefetine katılmıştır. Bütün Azerbaycan Birliği'ni kurarak çalışmalarını Kuzey ile Güney Azerbaycan'ın birleşmesi üzerine yoğunlaştırmıştır.

Elçibey 22 Ağustos 2000’de 62 yaşında prostat kanseri nedeniyle tedavi gördüğü Ankara'da hayatını kaybetmiştir.

Defin törenine sekiz yüz bin kişi katılmış ayrıca Haydar Aliyev'in törene geldiği an halk "En büyük Elçibey, başka büyük yok!" tarzında protesto sloganlarıyla karşılamışlardır. Bunun üzerine Haydar Aliyev bir süre sonra salonu terk etmek zorunda kalmıştır.

ELÇİBEY'İN YAZDIĞI KİTAPLAR;
1-Tolunoğulları Devleti
2-Bütöv Azərbaycan yolunda
3-Müstəqillik[Bağımsızlık]: ikinci cəhd(Kısım)
4-Siz xalqın sevgisilə haqqa çatacaqsınız(Siz halkın sevgisiyle hakka ulaşacaksınız)

HAKKINDA YAZILAN KİTAPLAR;
1-Elçibey'le 13 Saat (Adalet Tahirzade, 2001)
2-Elçibey Dönemi Azerbaycan Dış Politikası (Haziran 1992-Haziran 1993) Bir Bağımsızlık Mücadelesinin Diplomatik Öyküsü (Nazim Cafersoy, 2001)
3-Elçibey (Uğur Güler, 2006)
4-Elçibey'in Düşünceleri ve Kanun Devleti (Şeyda Kemaloğlu-Muhammet Kemaloğlu, 2007)
5-Elçibey Azerbaycan'ın Unutulmaz Lideri(Yavuz Bülent Bakiler, 2009)
6-Bey (Hanım Halilova)
7-Əbülfəz Elçibəy: "Bu, mənim taleyimdir(Becan İbrahimoğlu, Ədalət Tahirzadə)
8-Deyirdim ki, bu quruluş dağılacaq(Ədalət Tahirzadə)
9-Demokratiya və azadlıq
10-Azərbaycan türklərinin azadlıq elçisi Əbülfəz Əli Elçibəy(Kamil Vəli Nərimanoğlu)
11-Elçibəy və Azərbaycan(Akın Səmədoğlu)
12-Əbülfəz Elçibəy. Tarixdən gələcəyə(Fazil Qəzənfəroğlu)
13-Elçi Bəy(Ədalət Tahirzadə)
14-Elçibəy ilə birlikdə otuz il(Oqtay Məmmədov)
15-Savalanda görüşənədək, Bəy!(Ədalət Tahirzadə)
16-Prezident Elçibəy(Ədalət Tahirzadə)
17-Əbülfəz Elçibəy: Mən qurtuluşçuyam!(Ədalət Tahirzadə)
18-Elçi düşüncələri( Ədalət Tahirzadə, Mircəlal Yusifli)
19-Qurtuluş və bütövlük yolu (Ədalət Tahirzadə,2003)
Devamını Oku...